Dünyada’ki canlı hayatının varlığı ve devamı su ile mümkündür. Yer kürenin dörtte üçü sularla kaplı olmasına rağmen bunun 3’ü temiz ve içilebilir sulardan oluşmaktadır. İnsanoğlu temiz ve içilebilir suların ancak 1’ine ulaşabilmektedir. Şu anda dünyada yaşayan iki milyar insan bir bardak temiz su içmekten mahrum bulunmaktadır.
Halbuki su, bütün canlılarda olduğu gibi insan hayatı için de o kadar önemlidir ki vücudumuzun 60’ı, beynimizin 70’i, kanımızın 80’i sudan oluşmaktadır.
İnsan vücudu açlığa bir ay dayanabildiği halde, susuzluğa ancak bir hafta dayanabilmektedir. Bu sebeple insanoğlu yaşamını sürdürebilmek için mutlaka suya ulaşmak zorundadır. Su için savaşmak durumunda kalırsa, gerekirse savaşmak zorundadır.
Dünyada bir yandan küresel ısınma sebebiyle iklim değişiklikleri meydana gerekirken, diğer yandan da nüfus hızla artmaktadır. Her iki durumda suyun miktarını ve kullanımını olumsuz yönde etkilemektedir. Milattan sonra bir yılında 300 milyon olan dünya nüfusu, 1802 yılında bir milyar, 1999 yılında 6 milyar, 2017 yılında ise 7,5 milyar olmuştur. Bu artış hızı ile 2020 yılında 8,5, 2050 yılında ise 10 milyar olması beklenmektedir. Artan dünya nüfusu su tüketimini olumsuz yönde etkilerken, mevcut içilebilir tatlı su kaynakları da küresel ısınma sebebiyle azalmaktadır. Bilim adamlarının ifadesine göre dünya yakıtsız kalmadan önce susuz kalacaktır.
Su sıkıntısı tarımsal üretimi de olumsuz yönde etkileyeceğinden buda hızla açlık sıkıntısına sebep olacaktır. Suya bağlı olarak meydana gelen sorunların domino taşı örmeğinde olduğu gibi birbirini tetikleyerek su savaşlarına kadar uzanması beklenmektedir.
Bütün dünyada yüzey suları hor kullanıldığı gibi, yer altı suları da bilinçsizce tüketilmektedir. Daha şimdiden dünya, içindeki suyu şırınga ile çekilmiş portakala dönmüştür. Dünya genelinde susuzluk ve buna bağlı kıtlık tehlikesi önemli bir tehdit oluştururken Türkiye’de durum hiç de iç açıcı değildir. İstanbul çevresindeki su kaynaklarının ancak 4 milyon insan için yeterli olacağı hesaplanırken, 2020 yılında İstanbul nüfusunun 30 milyon olması beklenmektedir. Başta Konya ve Ankara olmak üzere bütün İç Anadolu illerinin önümüzdeki 10 yıl içinde tamamen susuz kalabileceği düşünülmektedir. Durum bu kadar vahim olmasına rağmen Türkiye’nin halen belli bir su yönetimi politikası bulunmamaktadır.
Türkiye kesinlikle su zengini bir ülke değildir. Tam aksine gelecek 10 yıl içinde su fakiri ülkeler arasında yer alacak gibi görünmektedir. Türkiye’de suyun bol olduğu bölgeler Doğukaradeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleridir. Bu konuda Türkiye bir paradoks içindedir. Suyun kıt olduğu bölgelerde nüfus yoğun, suyun bol olduğu bölgelerde ise nüfus azdır. Bu durumda Türkiye, geleceğini kurtarmak için ya nüfusunu suyun bol olduğu bölgelere kaydıracak, yada suyu yüksek maliyetli projelerle nüfusun yoğun olduğu bölgelere aktaracaktır. Eskiden bir malın fiyatının ucuzluğunu ve bolluğunu ifade etmek için sudan ucuz denilirdi. Sudan ucuz ifadesi mazide kalmıştır. Artık temiz ve kullanılabilir su kıt ve pahalıdır. Başkent Ankara içme ve kullanma suyu yönünden çok talihsiz bir durumdadır. Kesikköprü barajından Ankara’ya getirilen Kızılırmak suyu lağım kokmaktadır. Açıklanan DSİ raporlarına göre bu suyun değil içme ve kullanma suyu, bahçe sulamaya bile uygun olmadığı ifade edilmektedir.
Su konusunda bu kadar sorun bulunmasına rağmen halen su kullanımında büyük ölçüde israf yapıldığı görülmektedir. Evlerde kullanılan suyun dörtte biri tuvaletlerde harcanmaktadır. Sifonun bir defa çekilmesiyle 10 litre su, çamaşır makinesinin bir defa kullanılmasıyla 37 litre su, 10 dakikalık duş alınması sırasında 132 litre su, musluk açıkken diş fırçalanması durumunda 15 litre su kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre; susuzluğun sebep olduğu hastalıklar sebebiyle dünyada her 15 saniyede bir çocuk ölürken su israfının yapılması oldukça düşündürücüdür.
Ortadoğu ve Afrika su sıkıntısı sebebiyle, dünyanın en sıcak bölgeleridir. Zaten Avrupa Birliği ilerleme raporlarının ekinde, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki su kaynaklarının uluslararası bir kurum tarafından yönetilmesi, İsrail ve komşularının bu kaynaklardan eşit oranda faydalanması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu durum Türkiye için potansiyel bir tehdit olarak algılanmalı ve gerekli tedbirler alınmalıdır.
Başta su olmak üzere dünyanın bütün kaynakları sınırlıdır. Sınırlı kaynakların paylaşılması mümkün olamadığı hallerde uluslararası sorunlarla karşılaşılması ve bu sorunların savaş sebebi olması da mümkündür. Yaşamsal kaynakların savaş sebebi olmaması için, kaynak kullanımında tasarruflu davranılması yanında, dünya nüfusunun da kaynaklara göre planlanması büyük önem taşımaktadır. Savaşsız ve barış içinde bir dünyada yaşamak hepimizin ortak dileği olmalıdır.